YENİOrta Amerika Çok Yakında!
İstanbulTürkiye

İstanbul Gezilecek Yerler

İstanbul’u İstanbul yapan yüzyıllardır tarihinde barındırdığı meşhur aşk hikâyeleri kimi zamansa dillere destan efsaneleridir. İstanbul’u anlatan ve tarihin gizli sayfalarına kazınmış büyük aşklardan biri de Mimar Sinan ve Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah arasında olandır. Bunun gibi daha birçok hikâyeye veya efsaneye tanık olacağınız gezi planına şimdiden hoş geldiniz.

Mimar Sinan-Mihrimah Sultan Aşk Hikâyesi

Topkapı Sarayı’nda 1522 yılında I. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan’ın bir kızı dünyaya gelir. Babası bu kızına, Farsçada Güneş ile Ay anlamına gelen Mihrimah adını koyar. Evvel zaman sonra, Mihrimah 17 yaşına gelir. Evlilik çağına geldiği düşünülen Mihrimah için iki aday gündeme getirilir;

Biri 1500 yılında Hırvat asıllı Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak Saraybosna yakınlarında doğan ve genç yaşta İstanbul’a getirilip devşirilen, Kanuni Sultan Süleyman döneminde sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı Rüstem Paşa’dır.

Bir diğeri ise 1490’larda Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde Hristiyan Türklerden birisi olarak doğan daha sonra ise Osmanlı görevlilerince beğenilerek devşirme sistemine dâhil edilen, zamanında yeniçeri ocağına alınıp Kanunî ile askeri seferlere katılan, sonraları ise Osmanlı Baş Mimarlığı yapan Mimar Sinan’dır.

Mimar Sinan’ın o yıllarda 50’li yaşında evli birisi olması nedeniyle, Mihrimah’ın daha genç ve bekâr birisi olan Rüstem Paşa ile evlenmesine karar kılınmıştır.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’ı bir gün huzuruna çağırarak İstanbul’da güzel bir yerde kendi adına bir külliye yapmasını ister. Mihrimah Sultan, Mimar Sinan’ın “Nereye yapılmasını arzu edersiniz” sorusuna ise “Yerini sen seç” diye cevap verir. Bunun üzerine Mimar Sinan, 1540 yılında Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Külliyesi‘nin temelini atar. Külliye, 1548 yılında tamamlanır.

Mihrimah Sultan 1562 yılında Mimar Sinan’ı bir kez daha huzuruna çağırır ve İstanbul’da kendi adına bir külliye daha yapmasını ister. Bu külliyenin yerini de ilkinde olduğu gibi yine Mimar Sinan seçecektir. Bu yeni külliye ise Edirnekapı surlarının dibine 1562-1565 yılları arasında inşa edilmiştir.

Rivayete göre Mimar Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamamış fakat ona olan aşkını olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Matematik dehası Mimar Sinan, Mihrimah Sultan için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir de sır gizlemiştir.

Mihrimah Sultan’ın Güneş ile Ay anlamına gelen ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (Nisan ve Mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğmaktadır.

Bölgeler

Gezilecek Yerler

1) Kadıköy

Tarihi sinema ve tiyatro salonlarının yer aldığı birçok kültür merkezi ile dolu olan bu semt, denize olan yakınlığı, pamuk şekerci amcaları, kâğıt helvacıları, gözde barları, çılgın gece kulüpleri, otantik kafeleri, ulaşım olanakları, sahil yani paten, kaykay ve bisiklet alanları ve neşeli insanlarıyla yerli ve yabancı birçok turistin de dikkatini çekmeyi başarmıştır.

Beşiktaş, Ortaköy, Eminönü ve Üsküdar gibi birçok merkezi noktaya da deniz yolu ile ulaşımın yer aldığı İstanbul’un bu mütevazı semtine, içerdiği sanatsal atmosferi nedeniyle kesinlikle gezi listenizde yer vermeniz gerekmektedir.

2) Kız Kulesi

İlk olarak Yunan döneminde mezarlık, Bizans döneminde gümrük istasyonu olarak kullanılan, Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar birçok amaca hizmet eden bu yapı M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi geçmişi ile Üsküdar’ın sembolü haline gelmiştir.

Asli görevi deniz feneri olan fakat günümüzde apayrı bir kullanım amacıyla bizlere restoran ve bar hizmeti sunan Salacak açıklarındaki bu Kız Kulesi geçmişten günümüze çeşitli rivayetlerde yer almış ve efsanelere konu olmuştur.

Gel gelelim denizde yalnız duran bu kulenin efsanesine;

Evvel zaman içinde Bizans İmparatorunun bir kızı olur. Bu habere çok sevinen imparator kızının doğum gününü ülkesinde bayram ilan eder. Babası tarafından titizlikle yetiştirilen bu kızın doğum günleri her yıl bayram olarak görkemli törenlerle kutlanır. Bu durumdan mutluluk duyan imparator, kızının tahta hazırlanmasını, ülkesinin bilginlerinin onu eğitmesini ister.

Fakat günün birinde imparatorun huzuruna gelen kâhin, imparatora, kızının zehirli bir yılan tarafından on sekiz yaşına geldiğine sokularak öldürüleceğini bildirir. Bunun üzerine imparator, denizin ortasında bulunan küçücük adaya bir kule yaptırır ve kızını buraya yerleştirir. Her gün kızını görmeye giden imparator, onu koruduğundan çok emindir ve böylece yıllar geçer.

Kız 18 yaşına gelmiştir. Kuleye gelen her şey aransa da kehanet bir gün gerçek olur. İmparator kızına çok sevdiği üzümlerden bir sepet gönderilmesini ister ve üzüm sepetinden çıkan zehirli yılan prensesin ölümüne neden olur. İmparator kızının ölümüne çok üzülür.

Çok sevdiği kızı toprağa gömülür ise yılanların onu rahat bırakmayacağını düşünerek, prensesin cansız bedenini mumyalatıp, sarı pirinçten yaptırdığı bir tabuta koydurur. İmparator kızının cansız bedenini saran tabutun Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birine, giriş kapısına yerleştirilmesini emreder ve böylece kızının ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünür.

Bu efsanelere konu olan yapıda dilerseniz gecenizi Kule’nin en üst katında yer alan “Kuledebar”da geçirebilir ve muhteşem manzara karşısında sevdiklerinizle birlikte koyu sohbetlere de dalabilirsiniz.

  • Salacak-Kız Kulesi arası gidiş gelişler hafta içi hafta sonu fark etmeksizin 09.15’ten 18.30’a kadar her 15 dakika bir gerçekleşmektedir. 20.15’ten 00.30’a kadar ise 30 dakikada birdir.

3) Üsküdar

Adına şarkılar yapılıp, şiirler yazılan bu güzide semt, her sabah martılarıyla iş başı yapan vapurları, küçük esnafları, Türk filmlerine ve dizilerine konuk olmuş meşhur “Kuzguncuk Mahallesi”, gevrek simitçileri, midyecileri ve tavuklu pilavcıları, neşeli insanları ve tarihi yapısı ile geçmişten günümüze birçok yerli ve yabancı turistin gözdesi olmuştur.

İstanbul’un Anadolu yakasında boğaz kıyısında yer alan ve tarihi Kız Kulesi ile bütünleşen bu bölge yerleşim yeri olarak kullanılmaya başladıktan sonra Fenikeliler, Megaralılar, Romalılar, Atinalılar ve Spartalılar gibi birçok milletten topluluklar yaşamıştır. Haçlı seferleri sırasında yağmalandıktan sonra bir süre Latin uygarlığı egemenliğinde kalan bu semt zamanında birçok padişahın da konaklama noktası olarak tanınmıştır.

Halk arasında belli bir kimliğe bürünmüş Üsküdar İstanbul’un en hareketli insan trafiğine sahip yerlerden biri olmasına rağmen daima huzur verici bir sessizliğe sahiptir. Eğer sizlerde yerli halkın yaşayış seklini görmek isterseniz burayı gezi listenize eklemeyi sakın unutmayın.

4) Büyük Çamlıca Tepesi

17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlı’daki zengin ailelerin köşklerinde yaşam sürdüğü bu tepe, 19. yüzyıldan sonra ilginin azalmasıyla İstanbul Boğaz manzarasına, temiz havaya ve birçok doğal güzelliklere sahip olan kenti 360 derecelik açı ile panoramik olarak izleyebileceğiniz yemyeşil bir tepeye dönüştürülmüştür.

Birçok esere konu olan Çamlıca, turistlerin yanı sıra İstanbulluların da özellikle hafta sonu kahvaltı ve akşam yemeği için tercih ettikleri bölgelerden birisidir. Eşsiz gün batımı manzarasını seyretmek için harika seyir terasları, dinlenmelik çay bahçeleri, Türk usulü restoranları, yürüyüş parkurları, rengârenk çiçekleri ve tarihi bir atmosferi…

Aslında İstanbul’a ilk geldiğinizde gidilecekler listelerinde pek göremeyeceğiniz ama bizce manzaraya karşı yemek yemeden, salep veya çayınızı elinize alıp seyir terasında o muhteşem manzaranın tadını çıkartmadan İstanbul’a geldim demek pek doğru da olmaz.

5) Beylerbeyi Sarayı

İstanbul’un Üsküdar ilçesinin Beylerbeyi semtinde bulunan ve Osmanlı Dönemi’nde Sultan Abdülaziz tarafından 1861-1865 yıllarında Ermeni Mimar Sarkis Balyan’a yaptırılan Beylerbeyi Sarayı, geçmişten günümüze padişahlarının yanı sıra birçok ünlü ismi de ağırlamıştır. Bulunduğu yer tarihi olup, buranın yerleşim alanı olarak kullanılması Bizans dönemine kadar uzanmaktadır.

6) Çengelköy

İstanbul’un Üsküdar ilçesi sınırları içinde Boğaziçi’nin Anadolu yakasında Vaniköy ile Beylerbeyi arasında bulunur. Geçmişten günümüze çoğunlukla yüksek gelirli ailelerin oturduğu, eskinin geleneksel boğaz yaşamını hissedeceğiniz, etrafı asırlık çınar ağaçları ve birbirinden alımlı tarihi yalılarla çevrili güzel bir semttir.

Esnafların mahalle sakinleri ile dostane ilişkisini görebileceğiniz, Çengelköy’ün ikonu haline gelen Tarihi Çınaraltı’nda hemen yanında yer alan Çengelköy Börekçisi’nden çeşit çeşit börekler alıp renkli balıkçı kayıklarının nostaljik atmosferi ile Boğaz’a karşı çayınızı höpürdetebileceğiniz veya neşeli dükkanların yanından geçerek 1845 yılında Mekteb-i Fünun-ı İdadiye olarak kurulan ve Kuleli Sahili önünde yer alan Tarihi Kuleli Askeri Lisesi’ni görebileceğiniz samimi bir semttir Çengelköy.

Çikolata Kahve, Çengelköy Kokoreççisi ve Çaycı İzzet Efendi gibi leziz dükkânlara girmek, denizin sessizliğinin tadını çıkarmak ve sahil kenarını bırakıp tepelere doğru dar sokaklarda dolaşmak isterseniz burası muhtemelen sizin için vazgeçilmez bir nokta olacaktır. Sahip olduğu değerler nedeniyle İstanbul’da yaşayabileceğiniz ve huzuru bulacağınız Çengelköy, siz değerli gezginlerin gezip mola verebilecekleri en güzel yerler arasındadır.

7) Emirgân Korusu

İstanbul Boğazı kıyısında, 47,2 hektarlık bir alanda sırtlar ve yamaçlar üstüne yayılmış ve çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş olan Emirgân Korusu, 17. yüzyılda Osmanlı padişahı IV. Murad tarafından İranlı Emir Güne Han’a armağan edilmiştir.

Yüzyıllar boyunca pek çok kez el değiştirmiş bu Koru’nun (bakımlı ve koruma altında bulunan küçük orman) içerisine 1871-1878 yılları arasında “Sarı Köşk”, “Pembe Köşk” ve “Beyaz Köşk” adı altında 3 köşk yaptırılmıştır. Günümüze dek ulaşan bu köşklerin yer aldığı koru 1940 yılında dönemin İstanbul belediye başkanı tarafından kamulaştırılıp park olarak düzenlenerek halka açılmıştır.

Her yıl Nisan ayında Lale Festivallerinin düzenlendiği bu park bizlere yüksek yapılar, yoğun çalışma hayatı ve yüksek tempo arasında renkli bir dinlenme alanı sunuyor. Sizler de eğer geziniz arasında nerede mola verebilirim derseniz, yeşilliklerin arasında ferah bir nefes alabileceğiniz bu parkı kesinlikle öneririz.

8) Rumeli Hisarı

Rumeli Hisarı, Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul’un fethinden önce boğazın kuzeyinden gelebilecek saldırıları engellemek için boğazın en dar noktası olması sebebiyle Anadolu Hisarı’nın tam karşısına inşa ettirilmiştir.

15 Nisan 1452’de inşasına başlanıp 31 Ağustos 1452’de yapımı biten ve dünyanın en büyük kale burçlarına sahip olmakla birlikte 30 dönümlük bir alanı kapsayan hisar günümüzde birçok ziyaretçiye kapılarını aralamaktadır. Tarihsel ve kültürel bir gezi yapmak için sizlerinde bu heybetli yapıya gitmeniz ve değerli eseri incelemenizi öneririz.

9) Ortaköy Camii

İstanbul’un ünlü yangınlarından birinde belirli kısmı harap olan bu cami, günümüzde en kendine has hali korunarak restore edilmiş olup; İstanbul Boğazı’nın önemli ve değerli mimari eserlerinden birisidir.

Beşiktaş ilçesinin, Ortaköy semtinde sahil kenarında bulunan Neo Barok tarzındaki bu zarif yapı, Sultan Abdülmecid tarafından Ermeni Mimar Nigoğos Balyan’a 1853 yılında yaptırılmıştır. Sahip olduğu önemli konum ve tarihi itibariyle ise her yıl milyonlarca turiste ev sahipliği yapmaktadır.

Çevresinde bulunan banklarda veya renkli kafelerde çay ile beraber oturup camii-deniz-boğaz manzarasının keyfini çıkartabilir, az beride yer alan meşhur Ortaköy kumpircilerinin birisinde biraz atıştırabilir ve gezinize küçük bir dinlenme molası verebilirsiniz.

10) Beşiktaş

Beşiktaş, canlı ve renkli semt yaşamı, çarşısı, balık pazarı, kültür ve sanat etkinlikleri, gece hayatı, tarihi binaları, deniz kenarı, dinlence ve yeme içme yerleri ve vapur iskeleleri ile birlikte İstanbul’un Avrupa yakasında Boğaziçi girişinde bulunan en popüler ilçelerinden birisidir.

İnsanları, tarihi, sanatı ve kültürü ile şehrin en zengin ve refah ilçelerinden biri olarak bilinen Beşiktaş, Ortaköy, Eminönü, Kadıköy ve Üsküdar gibi birçok merkezi noktalara da deniz yolu ile hızlı ulaşım olanağı sağlamaktadır.

Burası için size önerimiz biraz denizin yanından ayrılıp çarşının içine girmeniz ve “Valonia Chocolate” adlı kafede “Valonia Beyaz Çikolatalı Islak Patlayan Kek”i denemenizdir.

11) Dolmabahçe Sarayı

17. yüzyıldan önce Osmanlı İmparatorluğu Donanması’nın gemilerini demirlediği bir koy olan, daha sonra ise padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir bahçeye dönüştürülen bu arazi, günümüzde I. Abdülmecit tarafından Ermeni mimarlar Garabet Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan’a 1843-1855 yılları arasında 250.000 m²’lik bir alan üzerine inşa ettirilen Osmanlı Sarayı’nı kapsamaktadır.

Dolmabahçe Sarayı’nın kendine has, belirli ekollere giren bir mimari biçimi olmamasına karşın eklektik bir üslûpla Fransız Barok’u, Alman Rokokosu, İngiliz Neo Klasizmi ve İtalyan Rönesans’ı karışık bir şekilde uygulanmıştır.

Beşiktaş ilçesinde, boğaz manzarası ile ahenk içinde 19. yüzyıldan bu yana süregelen Dolmabahçe Sarayı sahip olduğu ihtişamlı görüntüsü, eşsiz sanatı ve tarihi ile geçmişten günümüze yerli ve yabancı birçok turisti ağırlamaktadır.

Eğer sizler de bu bütünün bir parçası olmak istiyorsanız Beşiktaş’ta verdiğiniz ufak bir tatlı molasından sonra bu yapıya bir adım atabilirsiniz.

12) İstiklal Caddesi

İstiklâl Caddesi, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde Taksim meydanından başlayıp Galip Dede Caddesine kadar uzanan Türkiye’nin en ünlü caddelerinden biridir. 1.5 km uzunluğundaki bu cadde ve çevresi geçmişten günümüze yaşamış olan Bizans ve Osmanlı gibi devletler nedeniyle Türkiye’nin istisnasız en kozmopolit bölgesi olma özelliğini de taşımaktadır.

İstanbul’a gelen milyonlarca yabancı ve yerli ziyaretçi sebebiyle günün her saatinde kalabalık olan cadde üzerinde ticari ve sosyal yönden hareketlilik payı oldukça fazladır;

Ünlü giyim markalarının, ucuz giysi satan pasajların, her türlü damağa hitap eden fast-food büfelerinin, geleneksel tatlara uzanan lokantaların, tatlıcıların, tarihi sinemaların ve tiyatroların, gece hayatı için ise meyhanelerin, türkü evlerinin, Rock barlarının ve gece kulüplerinin yer aldığı cadde aynı zamanda yıllardır haklarını savunmak, seslerini çıkarmak ve bu toplumda görünür olmak isteyen birçok kişiye de yol olmuştur.

Kente ilk kez gelen siz değerli gezginlere önerimiz cadde boyunca yer alan kestanecilere, sütlü mısır satıcılarına veya dondurmacılara uğramanız, muhallebicide muhallebi yemeniz, meşhur İnci Pastanesi’nin profiterolünü denemeniz, kırmızı-beyaz renkli nostaljik tramvaya binmeniz ve o renkli kalabalığın arasına karışmanızdır.

13) Çiçek Pasajı

1870 yılındaki Büyük Beyoğlu Yangını sonucu yok olan Naum Tiyatrosu’nun (1844 – 1870 yılları arasında kullanılan tiyatro salonu) arsasına 1876’da kurulan tarihi ve ünlü bir pasajdır.

Tiyatroya verdiği hizmetten sonra farklı etnik gruptaki insanlar tarafından yönetilen pastane, fırın, terzi, tütüncü, meyhane ve çiçekçi gibi dükkânlara kozmopolit bir atmosfer içinde ev sahipliği yapmıştır.

Mütareke yıllarında (Mondros Mütarekesi 1918-Mudanya Mütarekesi 1922) açılan birçok çiçekçi dükkânı nedeniyle Çiçek Pasajı adını alan bu tarihi pasaj, 1950’lerde çiçekçiler başka sokaklara doğru kaymaya başlayınca boşalan yerlerini yeni meyhanelere bıraktı.

Beyoğlu’nun en süslü ve en gösterişli binalarından biri olan Tarihi Çiçek Pasajı, içerisindeki meyhaneler ve müdavimi olan ünlü kişiler nedeniyle halk ve turistler için en ilgi çekici mekânlardandır. Eğer sizlerde bir akşam dost meclisinde meze, rakı-balık ve damar müzik eşliğinde muhabbet edecek olursanız Çiçek Pasajı’nı unutmayın.

14) Galata Kulesi

Günümüzde İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan, Bizans İmparatoru Anastasius tarafından 528 yılında Fener kulesi olarak inşa edilen ve şehrin ikonu haline gelen bu yapı, 16. yüzyılda Kasımpaşa Tersane’lerinde çalıştırılan Hristiyan savaş esirlerinin barınağı haline gelmiştir.

Daha sonra Osmanlı Astronom Takiyüddin tarafından bir rasathaneye çevrilen kule, 1717’den itibaren ise yangın gözleme kulesi olarak kullanılmıştır.

17. yüzyılın ilk yarısında IV. Murat döneminde, Osmanlı’da yaşamış olduğu varsayılan Müslüman Türk bilgini Hezârfen Ahmed Çelebi, 1632 yılında lodoslu bir havada Galata Kulesi’nden kuş kanatlarına benzer bir araç takıp kendini boşluğa bırakır. Usta bir biçimde tasarlanan kanatlar ve uygun hava koşulları sayesinde uçmayı başarabilen Hezârfen Ahmed Çelebi İstanbul Boğazı’nı geçip Üsküdar’da Doğancılar’a indiği varsayılmaktadır.

Tarihte bunun gibi önemli olaylara şahitlik eden Galata Kulesi önceki yapılarda da olduğu gibi adını efsanelere altın harflerle yazdırmıştır.

Bir efsaneye göre Galata Kulesi ve Kız Kulesi birbirlerine âşıktırlar. Ama aradaki amansız boğaz nedeniyle kavuşmaları da imkânsızdır. Günden güne özlemleri daha da artmakta olan bu kulelerin yardımına Hezârfen Ahmed Çelebi yetişir.

Galata Kulesi’nin ısrarlarına dayanmayarak, onun yüzyıllardır biriktirdiği mektupları yanına alan Hezârfen Avrupa’dan Anadolu yakasına uçmak üzere kanatlanır ve onları Salacak sahiline yaklaşırken Kız Kulesi’ne bırakır. Rüzgarla savrulan mektuplar dalgaların da yardımıyla Kız Kulesi’ne ulaşır.

Aşkının karşılıksız olmadığını anlayan Kız Kulesi, mektuplardan sonra daha da güzelleşir. Bu sayede Galata Kulesi sevgisinin tek taraflı olmadığını anlar. İkilinin birbirlerine karşı hissettikleri bu duygular, onların karşılıklı olarak yüzyıllara meydan okumalarını sağlar.

Yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktası olan kulenin çevresinde çok sayıda yeme-içme mekânı bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul kent manzarasını tarihi bir yapıdan izlemek dışında Osmanlı ve Türk mutfağının eşsiz lezzetlerinden oluşan keyifli bir akşam yemeğini tüketmek için de bu yapıyı ziyaret edebilirsiniz.

15) Mısır Çarşısı

Rivayete göre Mısır’dan alınan vergilerle inşa edilen ve İstanbul’un en kalabalık ve en eski noktalarından biri olan bu çarşı, 1660 yılında Turhan Sultan tarafından yaptırılmıştır.

Kapalı Çarşı’ya nazaran aktarlarıyla meşhur bu çarşıda çoğunlukla tabii ilaçlar, baharat, çiçek tohumları, nadir bitki kök ve kabukları satılmaktadır. 2 katlı kocaman külliyeyi de içinde barındıran bu tarihi yapı turistik bir gezi için harika bir atmosfer oluşturabilmektedir.

16) Süleymaniye Camii

Kanuni Sultan Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul’da Mimar Sinan tarafından dönemine göre oldukça ileri sayılabilecek yapım teknikleri kullanılarak inşa edilen bu ihtişamlı camii, Osmanlı klasik mimari tarzının en görkemli eserlerinden birisidir.

Mimar Sinan’ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii, medrese, kütüphane, hastane, ilkokul, hamam, hayır kurumu, mezarlık ve dükkân gibi yapılardan oluşan Süleymaniye Külliyesi’nin bir parçası olarak inşa edilmiştir.

İç kısmındaki sanatsal işçiliği ve kültürel tarihi sayesinde yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğrayan caminin bahçesinde Osmanlı’nın en görkemli dönemine imzalarını atmış Kanuni’nin, Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’ın ve Mimar Sinan’ın türbeleri bulunmaktadır.

Gezi rotanızda yer alan bu tarihi noktadan sonra isterseniz mola verip civarda bulunan meşhur kuru fasulyecilerden birine girebilir, ayaküstü kestanecilerden ve içli köfte satıcılarından atıştırmalık alabilir veya yola devam edip meşhur İstanbul çarşılarını ziyaret edebilirsiniz.

17) Kariye Müzesi

6. yüzyıla kadar giden bir geçmişe sahip Kariye Müzesi, Bizans döneminde İsa’ya adanmış bir kilise, Osmanlı’nın İstanbul Fethi’nden sonra ise cami olarak kullanılmış tarihi bir yapıdır.

Zamanında surların dışında kalması sebebiyle binaya Grekçe “Kırsal alan” ya da “Kent dışı” anlamına gelen “Khora” ismi uygun görülmüştür. 1948 yılında müzeye dönüştürülen bu yapı dışarıdan tuğla duvarlarıyla oldukça sade görünmekle birlikte içi en süslü kiliselerden biridir.

Kilise, cami ve müze gibi bir süreç yaşayan Kariye Müzesi, İstanbul’da gezilecek yerler listenize mutlaka eklemeniz gereken nadide yapılardan birisidir.

18) Kapalıçarşı

Fatih ilçesinin ortasında yer alan Kapalıçarşı dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biridir. Geçmişinde her sokağında belirli mesleklerin yer aldığı ticari ahlak ve törelere çok saygı gösteren bu yerde her türlü değerli kumaş, mücevherat, silah ve antika eşya tam bir güven içinde satışa sunulurdu.

Günümüzde çoğunlukla Türk halılarının, değerli taşlardan oluşan mücevheratın ve farklı madenlerden yapılmış el emeği göz nuru eserlerin yer aldığı bu tarihi çarşıda efsanelere konuk olmuş değerli bir yapıdır.

Efsanede, İstanbul’un altının birbirlerine bağlı dehlizlerle kaplı olduğu, bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir bölmesinden girildiği ve Marmara Denizi’nin altından devam edilerek Kınalıada’ya kadar uzandığına inanılıyor.

Dehlizlerin Kapalıçarşı’nın da altında geçtiğine inanılan efsaneye göre, çarşının gizli tutulan bir yerinden bu dehlizlere girildiği, buralarda gümüş kaplama atölyelerinin bulunduğu, çalışanlara da işe başladıkları gün söz konusu dehlizlerden bahsetmemeleri için kuran üzerine yemin ettirildikleri söyleniyor.

Sizi bekleyen uzun bir yolculuğa sahip Tarihi Çarşı’da antika ürünlere göz gezdirebilir, harika el işi Türk halılarından alabilir veya geleneksel Türk kahvesinin lokum ile birlikte tadına bakarak tatlı bir yolculuğa başlayabilirsiniz.

19) Sultan Ahmet Camii

1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından, Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa’ya yaptırılmıştır. 20.000’i aşkın İznik çinisiyle sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılarak süslenen bu yapı, Osmanlı cami mimarisi ile Bizans kilise mimarisinin sentezlendiği bir tasarıma sahiptir. Tarihi yarımadada bulunan bu ince işçilik eserinde isterseniz ibadet edebilir veya harikulade yapısına bir göz gezdirebilirsiniz.

20) Yerebatan Sarnıcı

İstanbul’un görkemli tarihi yapılarından birisi de Fatih ilçesinde, Ayasofya’nın güneyinde bulunan ve Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan Yerebatan Sarnıcı’dır.

Sarnıç (su biriktirmek için yer altına yapılan depo), uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan dikdörtgen biçiminde bir alanı kaplayan, dev bir yapıdır. Toplam 9.800 malanı kaplayan bu sarnıç, yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen sarnıcın içerisinde, her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Tuğladan örülmüş 4,80 metre kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini, Horasan harcından (içinde pişirilmiş ve öğütülmüş toprak ürünleri bulunan bir malzeme) kalın bir tabakayla sıvanarak su geçirmez hale getirilmiştir.

Bizans döneminde bölgede yer alan sarayın ve diğer sakinlerin su ihtiyacını karşılayan Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un Osmanlılar tarafından 1453 yılında fethinden sonra bir müddet daha kullanılmış ve padişahların oturduğu Topkapı Sarayı’nın bahçelerine de buradan su verilmiştir.

Medusa Başı

Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa Başı, Roma Dönemi heykel sanatının şaheserlerindendir. Sarnıcı ziyaret eden insanların en çok ilgisini çeken bu Medusa başlarının hangi yapılardan alınıp buraya getirildiği bilinmemektedir. Ve diğer yapılarda da olduğu gibi Medusa Başı hakkında da birtakım efsaneler oluşmuştur.

Bir efsaneye göre Medusa, Yunan mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgona’dan (Yunan mitolojisinde keskin dişli, başlarında canlı yılanlar olan dişi canavarlardır) biridir.

Bu üç kız kardeşten yılan başlı Medusa, kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Bir görüşe göre o dönemde büyük yapılar ve özel yerleri korumak için Gorgona resim ve heykelleri kullanılırdı. Sarnıca Medusa başının konulması da bu yüzdendir.

Hâlihazırda müze olmanın yanı sıra, ulusal ve uluslararası birçok etkinliğe de ev sahipliği yapan bu yapı kesinlikle görmeniz gereken noktalar arasındadır. İsterseniz buraya tıklayarak kendi web sitesine girebilir ve daha birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

21) Ayasofya Müzesi

Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından, 532-537 yılları arasında İstanbul’un tarihî yarımadasındaki eski şehir merkezine inşa ettirilen bazilika planlı katedral, 1054-1024 yıllarında Ortodoks Katedrali olarak kullanılırken, 1024-1261 yıllarında Katolik bir Katedrale çevrilmiştir.

1261-1453 yıllarında tekrar Ortodoks Katedrali haline getirilen bu köklü tarihe sahip yapı, 1453 yılında İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra ise Fatih Sultan Mehmet tarafından camiye dönüştürülmüstür. 1935 yılından beri ise müze olarak hizmet vermektedir.

Adını Ortodoksluk mezhebinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılan ve “kutsal bilgelik” anlamına gelen “Aya Sofya”dan alan Ayasofya, sanatsal mimarisi ve kültürel tarihi nedeniyle her yıl milyonlarca turist ağırlamaktadır.

Adının efsanelerde geçtiği, içerisinde hala çözülemeyen sırların yer aldığı bu görkemli, gizemli ve güzide yapıyı haftanın her günü 60 Türk Lirası karşılığında ziyaret edebilirsiniz. 18 yaş ve altındaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gençler ile 0-12 yaş arası yabancı uyruklu çocuklar ücretsiz olarak giriş yapabilmektedir.

22) Topkapı Sarayı Müzesi

Osmanlı İmparatorluğu’nun yedinci padişahı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de Bizans akropolü üzerine kurdurulan ve 400 yıl boyunca devletin idare merkezi olarak kullanılan bu görkemli ve gizemli yapı yıllardır yerli ve yabancı turistin en uğrak noktalarından birisi olmuştur.

1985 yılında UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ne giren bu eseri tarihsel, sanatsal ve kültürel yapısı nedeniyle mutlaka ziyaret etmelisiniz. İsterseniz buraya tıklayarak kendi web sitesine girebilir ve daha birçok bilgiye ulaşabilirsiniz.

23) İstanbul Arkeoloji Müzeleri

İstanbul Arkeoloji Müzeleri, çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasındadır. 19. yüzyılın sonlarında Osman Hamdi Bey (Rum asıllı Osmanlı arkeolog ve ressam) tarafından İmparatorluk Müzesi olarak kurulan bu yapı 13 Haziran 1891 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müze koleksiyonunda, zamanında Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yer alan medeniyetlere ait eserler bulunmaktadır. Müze üç ana birimden oluştuğu için İstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak adlandırılmaktadır.

23.1) Arkeoloji Müzesi

Koleksiyonunda Helen Uygarlığı’ndan Osmanlı’ya kadar yaşanmış çeşitli dönemlere dair eserleri barındırmaktadır.

23.2) Eski Şark Eserleri Müzesi

Anadolu ve Mezopotamya’nın Yunan, Mısır ve Arap yarımadalarının İslam öncesi dönemlerine ışık tutan eserlere ev sahipliği yapmaktadır.

23.3) Çini Köşk

Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı ilk bina olan Çini Köşk’te ise sizleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait, birbirinden değerli eserler beklemektedir.

Giriş ücretinin kişi başı 20 TL olduğu kültürel tesisi pazartesi hariç haftanın her günü ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca 18 yaş altı ve 65 yaş üzeri T.C vatandaşlarından, 0-12 yaş arası yabancı uyruklu çocuklardan, engelli vatandaşlardan ve refakatçilerinden, gazilerden, şehit yakınlarından giriş ücreti alınmamaktadır.

24) Gülhane Parkı

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı’nın dış bahçesi olan, 1912 yılında ise 163 dönümlük bir park haline getirilip halka açılan Gülhane Parkı eşsiz manzarası ile birçok İstanbulluyu kendisine çekmektedir.

İstanbul’un en büyük ve en ünlü parklarından olan Gülhane, birçok tarihi olaya tanıklık etmesi açısından da önemlidir. Yemyeşil ağaçlardan, rengârenk çiçeklerden, masmavi denizden ve uzayıp giden yürüyüş yollarından başka bir şey bulamayacağınız bu sessiz parkta yoğun tempoya ara verip ferah bir nefes almanızı öneririz.

25) Büyükada

Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılan bu ada Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un Fethi’nden bir ay önce alınmıştır.

Osmanlı zamanında Rum’lar basta olmak üzere birçok farklı etnik gruptan insan yaşarken I. Dünya Savaşı ve Cumhuriyet sonrasında Rum halkını kaybeden Büyükada’daki canlılık 1930’lara kadar büyük ölçüde kaybolmuştur.

Ancak, 1940’lı yıllara doğru, devletin ileri gelenlerinin ve varlıklı kesimlerin rağbet ettiği bir yazlık yeri olma özelliğini yeniden kazanan Büyükada, İstanbul halkının günlük gezinti yerlerinin de başında yer almıştır.

Zamanında adada birçok kilise ve manastır bulunurken günümüzde görülmeye değer sadece 2 yapı ayakta kalmıştır.

Birisi 1751 tarihinde yapılmış olan Aya Yorgi Manastırı’dır. Diğeri ise 1898-1899 yıllarında bir Fransız şirketi tarafından otel olarak inşa edilen, ilk olarak Rum yetimhanesi daha sonra askeri bir mektep ondan sonra ise Rum göçmenler tarafından kullanılan ve günümüzde ise boş olan Büyükada Rum Yetimhanesi’dir.

Tarihi ve doğal güzellikleriyle yerli ve yabancı turistlerin uğrak noktalarından biri olan bu adada ayrıca motorlu taşıtlar yasaktır. Şehir içi vapur seferleri (Buradan vapur seferlerine bakabilir ve daha fazla ayrıntıya sahip olabilirsiniz) ile ulaşabileceğiniz Büyükada’da şehir içi ulaşım bisiklet veya faytonlarla sağlanmaktadır.

Nostaljik kafeleri, keyifli manzarası, yeşil-mavi bisiklet yolları, enerjisi yüksek insanları, tarihi yapıları ve faytonları ile daha fazlası için size iyi yolculuklar diliyoruz…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmiştir.